2014 Ağustos'unda bu seriyi ilk izlediğimde epey toydum, hem olan bitenden anlamıyordum hem de yeni anime izleyicisi olduğumdan dikkat etmek bir yana, neye dikkat edeceğimi bile bilemiyordum. Bir şeyler oluyordu ve ben anlamıyordum. Anlamamak bir yana olan her şeyi doğal karşılıyordum. Ulan anime tarihinin en garip açılışlarından biri ama kafaya girmedi ilk zaman tabi. Düşündüğüm tek şey: "Aa Mayuri'nin sesi ne tatlı lan!" oldu.
Seriyi bitirince sağlam bir hassiktir çekmiştim tabi. Final ile büyülenmeyi, seriyi bitirmeyi hem kutlayıp hem de üzülmeyi bırakmış, hemen ardına birinci bölümü tekrar izlemiştim. Çünkü yaşanan bu kadar anlamsız ve garip şeyi ancak finali izleyince anlıyorsunuz. Mikael Akerfeldt-sama'nın bir sözü var bildiniz mi? "Eerie"
Seri, logoda da gördüğümüz sözlerle başlıyor, insanın içinden bunlar geçiyor tabi: "Uuu, gizemli, bir karakter havalı havalı konuşuyor, gergin bir ortam, donuk bir ses." Şimdi alakasız bir yere sıçrayacağım ama olsun. Çünkü bu benim alanım ve açıkçası bu blogu kimsenin okuyacağını düşünerek tasarlamadım. Yine geçmişe gidelim, çünkü geçmişe gitmeyi ve andaki Ben'in nedenselliğini araştırmayı severim.
Anime izlemeye 10 Nisan 2014'te Death Note ile başlamıştım. Aslı diye bir arkadaşım vardı, dersanede beraberdik. Kendisi çok güzel çizim yapar. Bir ara linkini de atarım buraya. Çünkü neden olmasın? Durduk yere takipçi kazansın işte kız. :D Neyse, bana Death Note'u önermişti, zekisin demişti, seversin demişti. Zekiliğime vurgu yapan insanları severim. ;) Ehm, evet, epey sevmiştim. Hatta sevmekten öte bambaşka bir önemi vardı benim için. O yıl benim için başımdan beri depresif ve anlamsız geçiyordu. Bir gün Fizik Çimleri'nden Güz Yolu üzerinden Yemekhane tarafına yürürken hayatımın ne kadar anlamsız olduğunu fark ettim. İçimden bir ses "Denesem mi la?" dedi. Sonra kütüphanede mi evde mi bilmem ama başlamıştım izlemeye. 2. bölümün ardından epey şok olmuştum, herkes bilir bu hissi. Ondan sonra hayatımın en mutlu izolasyonlarından birinde 7 gün boyunca 37 bölümle haşır neşir olmuştum. Ah yüce Kira... Neyse bu başka bir yazının hatta blogun bile konusu olabilir. Gaza gelip on yüz bin milyon blog açmaya karar verdim evet. 179 yıl boyunca aralıksız yazmak istiyorum, evet.
Hayatın en güzel anlarından biri ise yeni bir şeyi anlamlandırmaya çalışırken uydurmak. Evet, uydurmak! "Oo kuuru konuşmalar, böyle oluyor demek ki!", "Uuu akıl oyunları, bebeksi kızlar, böyle oluyor demek ki!" Böyle böyle gider. Hayatımda gördüğüm en ciddiyetsiz ve komik animelerden Detroit Metal City'yi (Metalci hatunlara selam ederim, izleyin yav, epi topu 2 saat sürüyor.) bile Death Note stereotipleriyle izlemiştim. "Oo burda aslında mesaj vermeye çalışmışlar!". "Gönderme vaaaar!", "Selam çakmışlaaar!" Oysa düz komedi lan ne bekliyorsun amk? Farkındayım konudan saptım. Ama sapmak için varım ben, kimse benden düzgün bir review beklemesin. :D
İşte bu uydurma anlarında kendi dünyamız, kendi yorumlarımız, kendi saçma sapan tahminlerimiz dünyanın en önemli ve gerçek bilgisi oluyor ya ona şaşıyorum. Bir şeyi derinlemesine öğrenince kaybedilen şeylerden biri de bu heyecan. Bilmek ne kadar güzelse stereotipin içerisinde daralmak da bir o kadar kötü. İşler sonra "Yine mi cırtlak sesli aptal lise kızı ve onu siklemeyen senpai'si?"ne dönüyor. Ama Mayuri'nin sesi farklı, Mayuri bambaşka! Kana Hawazana'nın askerleriyiz!
Steins;Gate'i tam da bu duygularla, dünyayı anlamaya çalışan bir çocuğun ruhuyla izlemeye başlamıştım. Tam benlikti zaten bu anlamazlık. O zamanlar hızlıyız tabi, gizeme tapıyoruz, evrenin sırrını öğrenince devrim olacak sanıyoruz ama devrim sonrası nolacak hiç düşünmüyoruz. Serial Experiments Lain izleyip hiçbir şey anlamamayı marifet sanıyoruz. Artık girişi geçip olayları anlatsak diyorum Onurin?

Bir klasiktir: Zaman makinesini anlatıyor, bilimkurgu (Ulan yine mi bilimkurgu be?!) falan filan. Ben bilimcinin hasıyım ama ben bile oo bilimkurguymuş hissiyle izlemedim. Ama sırf bunun için izleyecek olanları biliyorum. Eh biz de o yönde ilerleyelim madem.
Çatıdaki garip diyalogun ardından Okarin ve Mayushii (en sevdiğim isimleri, o yüzden bunları tercih edeceğim.) radyo binasındaki Dr. Nakabachi'nin konferansına gidiyorlar. Konferans zaman makinesiyle alakalı. Konferans başlamadan önce garipliklere başlıyoruz. Öncelikle deprem gibi bir şey oluyor ama bu çatıdan geliyor belli. Okarin kapı aralığından baktığında uydu kılıklı bir şey ve bir insanın elini görüyor, ardından Mayushii onu jetonlu oyuncak makinelerinin yanına çağırıyor. Metal Upa'lı diyalog. Ardından Okabe Dr. Nakabachi'nin konferansına giriyor. Nakabachi'nin teorilerine sinirlenen Okabe bağırıp çağırıp kendisinin John Titor'ın söylediklerini kopyaladığını söylüyor. Bütün bu olanlar yetmezmiş gibi Makise Kurisu adlı genç ve zeki bilim insanımız Okabe'yi dışarı çıkarıp konuşmaya çalışıyor. Okabe'nin chuunibyou tavırları bir yana Kurisu'nun "Az önce bana bir şey söylemeye çalışıyordun." deyişi dikkat çekici. Ben ilk izlediğimde farkına varmamıştım mesela. Neyse sonra Okabe Kurisu'yu Örgüt'ün ajanı olarak niteleyip kaçıyor. Sonra telefonuna gelen mesaja bakıyor, o da ne? Karıncalı bir mesaj. Okabe olup biteni hiç sorgulamıyor derken bir de Metal Upa'mız kayıplara karıştı şimdi de. Daha metal upayı arayacakken bu kez de bir adamın çığlığı duyuluyor. Okabe olay yerine koşunca Kurisu'nun kanlar içerisindeki bedenini görüyor.

Bu paragrafı yazarken Steins;Gate'in soundtracklerini dinliyorum aynı zamanda, havaya gireyim diye. Bu konuda ayrıca ve detaylıca yazacağım ama şunu demeliyim ki animenin müziklerini her duyduğumda içime çok yoğun bir ürperti geliyor. Ancak o ürperti bana öyle hayat veriyor ki sarıp sarmalayasım geliyor o hisleri...
Neysem, sonrasında şoka giren Okabe, sağ kolu, Labmembernoüç (hehhehe) Supaa Hakaa (Hakkaa olacak!) Daru'ya Makise Kurisu'nun bıçaklandığı mesajını gönderiyor. O sırada dışarda, radyo binasının önündeyiz. Ortalık oldukça kalabalık. Okabe mesajı gönderir göndermez olanlar oluyor...
![]() |
Ne ola ki acaba?.. |
Son bir not: İlk bölümün ikinci yarısında Okabe'nin öldüğünü sandığı Kurisu'yla karşılaşması, en garip tanışma sahnelerinden biri olabilir. Düşün ki biri "Aa sen ölmemiş miydin yaa?" diyip saçını göğsünü falan elliyor. Kurisu iyi dayanmış ha, kitabıyla dümdüz eder valla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder